Sunday, December 12, 2010

Kurtuluş savaşını kazandıran türk kadını

IŞIL ÖZGENTÜRK

Vay Canına Behiye!

Gerçek hikâyeleri severim, çünkü sokağın ya da kibarca hayatın gerçeği her türlü kurmacanın üstündedir. Eski Türk filmlerinin hâlâ süren etkisi en çok bundandır. En olmayacak şeyler orada ansızın olur, tıpkı sokaktaki gibi.

Bu kısacık girişte maksadımı birazcık özetleyip, beni her zaman şaşırtan bir hikâyenin peşine düşüyorum. Hikâyemin kahramanı şimdilerde kırkına yaklaşan Behiye. Ben ona hep Vay canına Behiye!” diye sesleniyorum. Çünkü hikâyesi her düşündüğümde, her canım sıkıldığında bende bir bahar rüzgârı etkisi yapıyor. Anında canlanıyorum ve kızım vay canına Behiyeyi anımsa diyorum. Hop o anda cümle dertlerim yok oluyor ve yeryüzü binbir rengiyle bana gülümsüyor.

Vay canına Behiyeyi iyice merak ettiniz değil mi, telaşlanmayın az sonra hikâyesini bu kez hep birlikte adım adım izleyeceğiz. Efendim bu Behiye dünyada iki yeri görmüş, biri Mardin öteki İstanbul. Mardinin mavi kapılı taş evlerinden birinden çıkıp İstanbula geldiğinde henüz yirmi bir yaşında, güzel mi güzel bir genç kadınmış. İşitme özürlü ilk çocuğu kucağında, sırtında her tarafını örten bir çarşaf İstanbuldaki tek odalı evine girmiş. Aynı memleketten olan kocası iki yıl önce gelmiş İstanbula ve bütün Mardinliler gibi midye dolma yapıp satma işine girmiş ama bakmış bu iş mevsimlik, kendine aşçılığını gösterecek bir işyeri aramış ve bulmuş. Aylığa bağlanınca da memleketten karısıyla, oğlunu getirtmiş.

Behiye ilk günler geçip kocasının hasretiyle yanan yüreğini biraz ferahlatınca çevreye bakınmaya başlamış. Bakmış ki, etrafında konuşulanların yarısını anlayıp öteki yarısını anlamıyor. İyi Arapçasıyla az buçuk Kürtçesi geçerli değil. Sormuş soruşturmuş, mahallede okuma yazma kursu veren yerel yönetime bağlı bir kursun kapısını çalmış. Sorumlunun karşısına geçip bana okuma yazma bir de Türkçe konuşmasını öğretin demiş.

Kursa yazılmış ve en çalışkan, en devamlı öğrenci olup, altı aylık süre sonunda hem Türkçe öğrenmiş, hem okuma yazma. Bu arada kurs öğrencileri tiyatroya, Boğaza götürüyormuş. Behiye, bakmış üstündeki kıyafetle tiyatroya filan gidilmez, o gün çarşafını çıkarıp koltuğunun altına almış ve yeni eteği, ceketi ve başörtüsüyle kendini çok güzel bulup bir daha çarşaf giymemiş.

Şimdi hikâye burada bitti diyorsunuz, yani çarşafı giymemesi çok önemli diyorsunuz, hayır bu onun hayatında küçük bir ayrıntı. Vay canına Behiye kurstaki okuma yazmayla yetinmemiş, hemen ilkokul bitirme sınavlarına girmiş ve ilk seferde bu işi kotarmış, bu arada yurttaşlık bilgisi derslerinde yurttaş haklarını öğrenmiş ya, dikilmiş patronun karşısına, hangi patronun diyeceksiniz elbette kocasının çalıştığı yerin patronunun. Adamdan kocasını sigortalı yapmasını istemiş, patronda ilk önceleri ses yok, Behiye, çok net bir biçimde şöyle demiş, bizim bir özürlü çocuğumuz var, bakımı, ilaçları dünya parası, kocamı sigortalı yapmalısın ki, biz bu ilaçları alalım. Patron bir süre düşünmüş, Behiye merhamete geldi diyor ama bana sorarsanız kocası iyi bir aşçıymış, sigortalı yapılmış.

Behiye gene düşmüş yollara sormuş soruşturmuş özürlüler için bir okul olduğunu duymuş, ne yapmış ne etmiş özürlü çocuğunu oraya yazdırmış. Bu arada nur topu gibi iki çocuğu daha olmuş ama para yetmiyor, Behiye yılar mı? Hemen bir biçki dikiş kursuna gitmiş, iki ay sonra da pazardan beş yüz bine aldığı kumaşlarla etekler dikip mahallede beş milyona satmaya başlamış. Bu arada kafasında daha parlak planlar yapmaya başlamış, kaşla göz arasında mahalledeki bir sürücü kursuna yazılmış ve dört ay sonra ehliyet almış. Tam o sırada Almanyada yaşayan kayınpeder gelmez mi? Behiye, sende birikmiş para var, bana bir araba al bir yıl içinde parasını öderim demiş. Kayınpeder bakmış Behiye inatçı, elden düşme bir araba alınmış ve Behiye başlamış mahalledeki çocukları okula taşımaya.

Ama bu iş mafyanın elinde, Behiye bir gün resmen tehdit edilmiş. “Bu işi yapmaya devam edersen, başına bir hal gelebilir diye, ah bu tam Behiyeye göre, görelim bakalım demiş, daha çok çocuk taşımaya başlamış, ortalık karışmış ama mahalleli Behiyeye arka çıkmış ve Behiye çocukları paşa paşa okula taşımış. Yıllarca da taşıyor.

Bu arada, eğitime katkı payını nakit olarak ödeyemiyor çünkü çocuk sayısı beşe çıkmış, hemen çözümü bulmuş haftada bir gün okulu temizleme işini üstlenmiş, bir ara işlerini şöyle sıralıyordu:

Okul temizliği, çocukları okula taşıma işi, pazardan alınan ucuz parça kumaşlardan palto, ceket hatta gelinlik dikmek.

Son duruma gelince; özürlü çocuk artık büyüdü, şimdi bir firmada çalışıyor, koca emekli oldu, kahvede keyif çatıyor, vay canına Behiye hayatı kolaylaştırmak ve dört çocuğunu da üniversitede okutmak için yeni kazanç yollarını zorluyor. Evlere yemek yapmaya da başladı.

Biraz yaşlandı ama o uzun dimdik endamını hâlâ koruyor, bir de Arap kadınlarına özgü o sürmeli gözleri hâlâ parıldıyor.

No comments: